Sâdık Hidâyet ve “Hacı Ağa” Romanı

Sâdık Hidâyet ve “Hacı Ağa” Romanı
İbrahim Soner Burgucu
17 Şubat 1903 yılında Tahran’da doğan Hidâyet
Kuzey İran’dan gelen soylu bir ailenin çocuğu
olup ağabeyi Mahmut Hidâyet’e göre çocukluğu
boyunca ailesinin ilgi odağı olmuştur. Beş
yaşında kadar gayet neşeli olan Hidâyet beş
yaşından sonra sakinleşerek içine kapanık bir
çocuk olmuştur. İlk eğitimini ilmiye okulunda
alan Hidâyet orta eğitimini Darü’l-Fünun’da
Batılı bir eğitim alarak bitirmiştir. Fransızca
öğrenmek istediğinden dolayı ailesi onu daha
sonra Saint Louis Akademisine gönderdi. 20’li
yaşlarında ailesinden tamamen kopan Hidâyet
İran’da bulunduğu süre zarfında ailesinin sosyal
yaşamına hiç katılmadı. Akademideki yeni
hayatında bir yandan eski yazarların büyük
eserlerini okurken bir diğer yandan da kendi
dönemindeki büyük yazarlarla yazışmalar
yapıyordu.
İlk kitabı Rubaiyyât-ı Hakîm Ömer Hayyâm’ı
yirmi yaşındayken yayımlayan Sâdık Hidâyet,
Okuduğu akademiyi 1926 yılında bitirdi. Ömer
Hayâm üzerine yaptığı araştırmalar onu başka
Arî düşünürleri olan Zerdüşt ve Buda’yı
incelemeye yöneltti. Bu iki düşünürü
inceledikten sonra ilk izlenimlerini “İnsan ve
Hayvan” adlı kısa bir çalışmada toplamıştır.
1925-1926 yıllarında Rıza Şah’ın öğretmen
olarak yetişmeleri için Avrupa’ya gönderdiği bir
grup gencin arasında olan Hidâyet ilk başlarda
Belçika’da mühendislik okuyacaktı ama daha
sonra bundan vazgeçti ve mühendislik okumak
için Paris’e geçti. Orada diş hekimliği okumaya
çalıştı ama daha sonra hiçbir bölümün sanat
okumak kadar ilgisini çekmediğini fark etti ve o
andan itibaren bütün çalışmalarını bırakıp vaktini
gezip görmeye ayırmaya başladı. Dört yıl
boyunca kendisini sanatsal ve edebi çalışmalar
yazmaya adadı. Bu zaman içinde Besançon’a
taşınan Hidâyet 1927’de paris’e döndü, ertesi yıl
ilk intihar girişimini gerçekleştirdi.
1927 yılında, İnsan ve Hayvan’ın genişletilmiş
şekli olan Vejetaryenliğin yararları adlı kitabı
yayımlanır. Sâdık Hidâyet’in 1927 ile 1930
yılları arasında ne yaptığına ilişkin elimizde fazla
bilgi bulunmamaktadır. Sadece devlet bursu
aldığı ve geçinmek için bir iş yapmadıpını
söyleyebiliriz. Buradan yola çıkarak yazmaya ve
araştırma yapmaya başladığını söyleyebiliriz.
1930 yılında Tahran’a döndüğü zaman ilk öykü
kitabı Diri Gömülen ve ilk oyunu Sâsân Kızı
Pervin adlı eseri yayımladı. Hidâyet bu arada
kendisine İran Merkez Bankası’nda bir iş buldu
ve 1933 yılına kadar orada çalıştı. Bu arada
Tahran’da kendisi gibi Avrupa’dan dönmüş olan
ve düzene yönelik eleştirileri yüzünden baskı,
sansür ve hapis tehditleriyle karşılaşan öğrenciler
arasına katıldı. Bu grupta tanıştığı üç genç yazar
olan Mücteba Minovî, Mesud Ferzâd ve Bozorg
Alevî ile birlikte Rab’e (Dörtlü) adında bir grup
kurdular. Hidâyet 1930-1937 yılları arasında üç
gruba ayrılabilecek çalışmalar yapmıştır. Bunlar:
1) Rab’e grubuyla birlikte reformcu edebiyat
çalışmaları
2) Kurmacalar (öncelikle öyküler ve kısa
romanlar)
3) İran tarihi ve edebiyatçıları hakkında
araştırmalar.
İkinci ve üçüncü öykü denemelerini bu dönemde
çıkarmıştır. Bunlar 1932 yılında çıkan Üç Damla
Kan ve 1933 yılında çıkan Alacakaranlık adlı
eserleridir.Bu çıkan iki kitabı da o dönemde ilgi
görmemiştir.1934 yılında çıkardığı Aleviye
Hanım ise bu iki kitaba nazaran biraz ilgi
görmüştür.Hidâyet’in, Rab’e grubu içinde
yürüttüğü, İran’ın geçmişine ve edebiyatçılarına
dair araştırmaların bir başka sonucu da Ömer
Hayyam’ı tekrar ve daha geniş bir biçimde ele
aldığı Hayyaım’ın Teraneleri olmuştur.Hidâyet
bu kitabında Hayyam’ın rubailerini incelemiş ve
hangilerinin ona ait olup olamayacağını
belirlemiş ve Ömer Hayam hakkında geniş bir
bilgi vermiştir.1932 yılında Isfahan’a yaptığı bir
gezi sırasında yazdığı iki kitap vardır Hidâyet’in
bunlardan ilki Isfahan: Nısf-ı Cihân diğeri ise
Nîrengistân adlı İran halk inançları üzerine
yaptığı çalışmadır.
Şahlık karşıtı bir grup olan Rab’e’nin ününün
yayılması hükümeti korkuttu ve bu dergi
kapatıldı. Dergi kapatılmadan önce Hindistan’a
giden Hidâyet burada Pehlevicesini
geliştirdi.1939 yılına kadar Hİndisatan’da kalan
Hidâyet başyapıtı olarak kabul edilen Kör
Baykuş adlı eserini orada yazmıştır. Hidâyet
Hindistan’dan İran’a döndüğünde, ülkesinde
durumun çok daha kötüye gittiğini görmüş ve
tekrar Merkez Bankası’na girmiştir.
Rıza Şah’ın tahtı oğlu ve şehzadesi Muhammed
Rıza’ya bırakmasıyle düşünce açısından biraz
daha rahatlamıştı İran. Sâdık Hidâyet’te bunu
fırsat bilerek Kör Baykuş adlı eserini bir
gazetede parça parça yayımlamaya başladı.
Hidâyet İran’ın toplumsal sorunlarıyla derinden
ilgilendikçe daha da karamsarlaştı, kötümserleşti,
uyuşturucu ve içkiye düştü. Toplumdaki
çürümüşlüğü açığa vurmak için daha az simgesel
bir yazı tarzını seçti ve son öykü kitabını 1942
yılında Aylak Köpek adı altında çıkardı.Yazarın
bu kitabı izleyen bir diğer kitapta 1945 yılında
çıkan Hacı Ağa dır. Hidâyet’in son taşlaması ise
1947 yılında kaleme aldığı İnci Top adlı eseridir.
Hidâyet son yıllarda vaktinin çoğunu Kafka’nın
ve başka Avrupalı yazarların yapıtlarını
Farsça’ya çevirmeye ayırdı. 1950 yılının
sonlarına doğru İran’dan ayrılıp Paris’e yerleşti
ve orada dört ay kaldı. Gittikçe derinleşen bir
bunalıma girdi ve orada intihar etti. Arkadaşı
Bozorg Alevî onun durumun şöyle anlatmaktadır
“Başbakan olan eniştesinin, Müslüman bir yobaz
tarafından 7 Mart 1951 yılında katledilişi, kendi
canına kıyması için, bardağı taşıran son damla
oldu. Paris’te günlerce havagazlı bir apartman
aradı. Championnet caddesinde buldu aradığını;
9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün
delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı.
Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu
mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş,
güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı.
Yakılmış müsveddelerinin kalıntıları, yanı
başında, yerdeydi”.1
Başlıca Yapıtları
Öykü
• Zinde Be Gûr (1930;Diri Gömülen, Çev.
Mehmet Kanar, YKY,1995)
• Se Katre Hûn (1932; Üç Damla Kan, Çev.
Mehmet Kanar, YKY, 1999)
• Sâyerûşen (1933; Alacakaranlık, Çev. Mehmet
Kanar, YKY, 2001)
• Seg-i Vilgerd (1942; Aylak Köpek, Çev.
Mehmet Kanar, YKY 2000)
Roman
• Sâye-i Moğul ( 1931; Moğol Gölgesi)
• Aleviye Hânum ( 1933; Aleviye Hanım)
• Bûf-i Kûr (1937; Kör Baykuş, Çev. Behçet
Necatigil, Varlık Yayınları,1977; YKY,2001)
• Haci Aga( 1945; Hacı Ağa, Çev. Mehmet
Kanar, YKY, 1998)
Oyunları
• Pervin Duhter-i Sâsân (1930; Sâsân Kızı
Pervin)
• Mâzyâr ( 1933)
İnceleme-Araştırma
• Fevâyid-i Giyâhhâri (1927; Vejetaryenliğin
Yararları, Çev. Mehmet Kanar, YKY, 1997)
• İsfehân Nısf-ı Cihân (1931; Isfahan; Yarım
Cihan)
• Terânehâ-yi Hayâm (1934; Hayyam’ın
Terâneleri, Çev. Mehmet Kanar, YKY,1999)
• Folklor yâ Ferheng-i Tûde ( Folklor ya da Halk
Kültürü)
Sâdık Hidâyet’in Hacı Ağa Adlı Eseri Üzerine:
Bu araştırmamda Sâdık Hidâyet’in Hacı Ağa adlı
eserini ele alacağım. Eser dış görünüm
bakımından basit bir dille yazılmıştır ve kolay
okunan bir anlatıdır. Eser yirminci yüzyıl

1
Bozorg Alevî, “Sâdık Hidâyet’in Biyografyası”, Kör
Baykuş içinde, Çeviren: Behçet Necatigil, Yapıkredi
yayınları, 2001, s. 90
tarihinin önemli dönemleri üzerine kurulmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İran, iç ve dış
dinamiklerinin birbirine karışarak toplumu
sarstıkları bir dönemden geçmiştir.Rıza Şah,
savaş öncesi ve başında Almanlara yakın
politikalar izler. İngiltere ve SSCB buna karşı
çıkarlar, Şah’tan, Alman ajanlarını ülkesinden
atmasını isterler. Şah bu isteği karşılamayınca
İngiliz ve Sovyet kuvvetleri İran topraklarına
girer ve Şah’ı tahttan indirerek sürgüne gitmek
zorunda bırakırlar. Bu değişiklikler İran’ın
içyapısına totaliter bir yönetimden görece bir
serbestlik ortamına geçiş olarak yansır. Hacı
Ağa’nın arka düzlemi bu çetin dönemdir.
Anlatının ilk bölümleri dış müdahele öncesinde,
son bölümleri ise yeni dönemde geçer.”2
“İlk bakışta Sâdık Hidâyet’in bir değişim
sürecini incelediği, önceyi ve sonrayı
karşılaştırdığı düşünülebilir. Ancak Sâdık
Hidâyet daha çok değişmeyeni işlemiştir.”3
Oğuz
Demiralp’in bu yerinde incelemesi kitabı
okuyanlar tarafından kabul görmüştür. Benim
görüşüme göre Sâdık Hidâyet bu eserinde
kendisine de yer vermiştir. Kitaptaki
kahramanlardan Munâdilhakk ve bazı yerlerde
başka karakterlerin kimliğinin altına bürümüştür
kendisini. Gerçek hayatta söylemek isteyip de
söyleyemediklerini kitabında ona söyletmiştir.
“Bu memleket coğrafya haritasında bir hayız
lekesi gibi duruyor. Havası yakıcı ve tozlu;
toprağı pislik içinde; suyu kirli; temelden
kokuşmuş ve hilkat garibesi olmuş. İnsanlar
esrarkeş, trahomlu, kendini beğenmiş, kaderci;
ölüye tapıyor. İlletli, müzevir, yağcı, casus,
jiletçi ve basurlu”4
bu yazıda Hidâyet’in aslında
kendi halkından ne kadar nefret ettiğini de
görmemiz mümkün. Halkının kaderciliğine boş
inançlarına karşı bir tavır takınmaktadır. Yazını
devamında ise halkına duyduğu öfke şöyle
devam etmektedir. “Irkımızdaki bozukluk
çocuğundan, gencinden, yaşlısından belli.
Yaşadığımızı sanıyoruz, oysa hayatla dalga
geçiyoruz. Bir eşek kadar bile kafamız
çalışmıyor; hep kazığı yiyen biz oluyoruz ama
kendimizi en akıllı varlık sanıyoruz. Mucizevî
bir şekilde ortaya çıkacak ve canımıza okuyacak
bir diktatör bekliyoruz hep. Yirmi yıldır Rıza
Han’ın soytarıları tepemize bindiler. Artık
sesimiz çıkmaz olmuş; aynı senaryoları tekrar
oynatıyorlar. Kültürel, bilimsel ve sosyal hiçbir
faaliyette aklımızı kullanmıyoruz. Sanatımız
çanak çömlek yapmak, kurumlarımızı nuh
nebiden kalma, felsefemiz şüpheler, hatalar
üstüne tartışmak, yemeğimiz ciğer tava. Ne zevk
var, ne sanat, ne de mutluluk. Hep hırsızlık, hep

2
Oğuz Demiralp, Kör Okur, YKY 2001, s.11 3
Oğuz Demiralp, a.g.e., s.11 4 Haci Ağa, Çev. Mehmet Kanar, YKY, 1998 s. 72
üçkâğıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup
parçalanıyoruz. Sufisiyle, dervişiyle, yaşlısıyla,
genciyle, esnafıyla, dilencisiyle hepimiz para ve
makamın büyüsüne kapılmışız; hem de en utanç
verici ve çirkin şekliyle. Dünyanın neresinde
olursa olsun, insanların bir şeye veya bir
hakikate bağlanması normaldir ama burada
alçaklık ve rezalet diz boyu. Burası kaçakçıların,
hırsızların cenneti, insanların zindanı. Bu vatan
denilen kadını ne kadar allayıp pullayıp
Alkapon’un kucağına atsalar da, yararı yok artık.
Çünkü her taraftan kokuşmuşluk dökülüyor.
Bugünkü yöneticilerimiz Şah Sultan Hüseyin
döneminin yüzünü ağarttılar. Tarihte bu dönemin
utancı zemzem ve Kevser bile yıkanamaz. Biz
dünya denilen foseptik çukurunda yaşıyor,
kurtlar gibi fakirlik, hastalık ve pislik içinde
kıvranıyor, en iğrenç şekilde hayatta kalıyoruz.
İşin komik yanı, en güzel şekilde yaşadığımızı
sanıyoruz!”1
. Hidâyet burada kendi görüşlerini
kitabın içindeki bir karaktere söyletiyor. Burada
hayattan ne kadar bıktığını toplumuna karşı bakış
açısını ve hayattan zevk almadığını dile
getirmektedir. Bir bakıma rejime de bir
başkaldırı sahnelemektedir. Kitabın bir başka
bölümünde de Hacı Ağa ve onun gibi olanlara da
birkaç şey söylüyor, onlardan ne kadar nefret
ettiğini ve onları kendi gözünde neye
benzettiğini anlatıyor. Bunu şu cümlelerden
çıkarmak mümkündür: “Senin vücudun insanlığa
edilen bir küfür. Şiirin anlamını bilmen de
gerekmez; bilsen garip kaçardı zaten. Hayatında
hiçbir zaman güzellik olmadı ve güzellik
görmedin. Görsen de aklın ermez zaten. Güzel
bir manzara seni asla cezp etmemiş; güzel bir
yüz ve huzur verici bir musiki seni sarmamış;
ahenkli bir söz, yüce bir fikir kalbine hiç tesir
etmemiş. Sen sadece midenle belinden aşağısının
esiri olmuşsun.”2
. Hacı Ağa adlı eserine genel
anlamda bakmak gerekirse Sâdık Hidâyet’in
yazdığı en iyi politik taşlamalardan biridir.
İçinde bulunduğu topluma ve sisteme karşı olan
duygularını çok sert biçimde açıklamaktadır.
Hidâyet her ne kadar bu eserinde dine karşı bir
insan olarak görünse de aslında dine karşı değil
dini istismar edenlere karşıdır. Bunu Oğuz
Demiralp şu cümlelerle açıklamıştır “Sâdık
Hidâyet yorumcularının çoğu yazarımızın
toplumunda gördüğü temel yanlışlığın İslamiyet
ile ilişkisi olduğunu savlar. Kimi yorumcuya
göre de “lahana kafalılar” dediği gerici
mollaların dini istismar etmesine karşı
çıkmaktadır. Yorumlar çeşitli olsa bile
Hidâyet’in, kendi toplumunun İslam kimliğiyle
kapsamlı bir tartışma yaşadığı ve bunun

1 a.g.e., s. 73 2 a.g.e., s. 88
yapıtındaki ana damarlardan biri olduğu
anlaşılmaktadır. Yalnızca Hacı Ağa’da değil
daha birçok öyküsünde, giderek Ömer Hayam
üzerine incelemesinde de görülür bu iç yarasının
kanamaları.
Sâdık Hidâyet’in toplumunun İslamiyet ile
ilişkisine bakışı iki odakta toplanabilir bence.
Birince odakta dinin istismar edildiği, halkın
dinsel inanç ve alışkanlıklarının para ve erk elde
etmek üzere birtakım şarlatanca sömürüldüğü,
toplumsal düzene de bu tıynetteki kişilerin
egemen olduğu tanısı vardır. Hacı Ağa anlatısı
bu tanının bir ürünüdür. “Nefsini Öldüren
Adam” öyküsündeki Şeyh Ebulfazl adlı din
adamı da Hacı Ağa türündendir. Bir yandan
çevresine “Zühd”ü öğretirken, öbür yandan
insanları kandırarak her türlü rezilliği
yapmaktadır. “Misyon” başlıklı öyküde ise
Avrupa’ya katı İslamı yaymaya giden bir grup
mollanın nasıl kısa sürede Batının parıltılı
yaşamasına teslim oldukları, aslında dini yayma
görevini Batıya kapağı atabilmek bir araç olarak
kullandıkları görülür. Üzerinde durduğumuz bu
odakta İslamiyet’in kendisi değil, kötüye
kullanılması yerilmektedir.”3
Sadık Hidâyet’in
bir ara Zerdüşt dinine ilgi duyduğu da
söylenebilir. Hatta biraz daha ileri gidersek
Hidâyet’in “Ateşperest” adlı öyküsünde
Zerdüştlüğü İslamiyet’e karşı yüceltmeye
çalıştığı görülebilir. “Dua” adlı öyküsü de
Hidâyet’in Zerdüştlüğü ele aldığı bir başka
öyküsüdür. Bu öyküsünde Zerdüştlüğü övmekten
çok Zerdüştlüğün felsefesini anlatmaktadır.
Belki de Hidâyet’in Ömer Hayyam üzerine bir
eser çıkarmasının sebebi de kendisini ona
benzetmesi olabilir. Yine Oğuz Demiralp’in
kitabında geçen bir cümlede Ömer Hayyam’ı
yaşadığı dönemin bir ayrık otu olarak
görmesidir. Bu açıdan baktığımızda Hidayet’te
yaşadığı dönemin ayrık otudur.
Genel olarak konuyu toparlamak gerekirse Sâdık
Hidâyet’in iki farklı tarzda öyküler yazdığını
söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi Hacı Ağa gibi
taşlamalar ve ikinci olarak da kör baykuş gibi
fantastik hikâyelerdir. Modern İran Edebiyatı’nın
kurucularından olan Hidâyet bu alanda çok
önemli eserler bırakmıştır. Günümüzde hala
kendi ülkesi tarafından tam olarak kabul
görmemişse de edebiyat adına çok güzel eserler
bırakmıştır.
Faydalanılan kaynaklar:
Oğuz Demiralp, Kör Okur, Yapıkredi yayınları 2001
Mehmet Kanar, Hidâyetname, Yapıkredi Yayınları, 2005
Hacı Ağa, Çev. Mehmet Kanar, YKY, 1998

3
Oğuz Demiralp, a.g.e., s. 22-23

Konular