FARS EDEBİYATINDA ŞEHRÂŞÛB II

Özet: Bu makale klasik Arap edebiyatında tarihi süreçte şehir, bölge ve halkları ile meslekler hakkında söylenen bazı hicivleri konu edinmiş ve bunların nedenleri üzerinde durulmuştur. Özellikle şehrâşûb ve şehrengîz kavramları üzerinde durulmuş ve konuyla ilgili şiirlerden örnekler verilmiştir.
Anahtar kelimeler: Şehrâşûb, şehrengîz; şehir, bölge ve halkları hicvi.

Şhahrashub in Persian Literature
Summary: This article is concerved with some satirical pieces of poetry which, in the course of history ridiculed and criticized some regions, settlements with their inhabitants and particularly their occupations in the Classical Period of Arabic literature.
The terms “şehrâşûb” and “şehrengîz” are particularly analyzed and emplasized with selected examples of poetry.
Key words: “Shahrashub”, “shahrangiz”, satire of cities and settlements.
Açıklama:
Önceki makalemizde, Fars edebiyatında şehrâşûb ve şehrengîz kavramlarının tanımları, muhtevaları, şekil ve muhteva açısından tür ve işlevleri incelenerek örneklerle anlatılmaya çalışılmıştı. Bu makalede ise bu kavramların muhtevalarıyla ilgili olarak Arap edebiyatında şehir ve halklarının ve çeşitli kavimlerin hicvi incelenecektir.
B- Şehrâşubun Tarihçesi
a) Arap Edebiyatında Şehir ve Meslek Hicvi
Önceki makalede Fars ve Türk edebiyatlarında şehir, ülke ve halkları ile meslekler hakkındaki şiirler için şehrâşûb ve şehrengîz kavramları kullanıldığı belirtilmişti. Fakat Arapça’da çağdaş edebiyatçılar tarafından söz konusu nitelikteki şiirler için oturmuş bir kavramın kullanılıp kullanılmadığını doğrusu öğrenmiş değilim ve bu hususta okuduğum kitaplarda da böyle bir kavrama rastlamadım. Fakat hiciv konusunda yazılmış olan bazı eserlerde ve makalelerde şehir ve halklarıyla ilgili hicviyeler sosyal hiciv (el-hacâu’l-ictimâ‘î) başlığı altında değerlendirilmiştiri. İleride de görüleceği gibi bazı eski kaynaklarda da şehir ve ülkeler hicvi şeklinde bazı başlıklarla karşılaşacağız. Bununla birlikte bu tür edebiyatın hicvin her nevi ve nakîze, fahr, munâzra, hamâse, gazalu’l-muzekker (oğlanlarla ilgili gazel, ancak mecâzî anlamda olunca) ve benzeri kavramların içerikleriyle yakından ilişkili olduğu anlaşılmaktadır.
Arap ve Fars edebiyatlarında, teknik anlamda ilk şehrâşûbun ve daha açık bir ifadeyle şehir ve halkı yahut sanatkâr ve sanatıyla ilgili şiirin hangi şaire ait olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Kavramın muhtevasına uygun biçimde Fars edebiyatında şehrâşûb tarzında şiir yazmak veya mecmua oluşturmak Safevîler dönemin (X./XVI. asır)’de yaygınlaşarak gelenekleşti. Bununla birlikte eski tarihlerden beri Fars ve Arap şairler arasında içinde bir şehir ya da ülkeyi yahut halklarını hicveden veya öven şiir ve nesir türü yazılar yaygın olduğu; edebiyatla ilgili eserlerde, “şehir ve ülkeler hicvi” adıyla bölümler açıldığı ve bu türün örnekleri Yetîmetu’d-dehr, Mu‘cemu’l-buldân, Vefeyyâtu’l-a‘yân ve benzeri ünlü eski İslâmî kaynaklarda yer aldığı görülürii. Birçok konuda olduğu gibi bu hususta da Arap edebiyatı tesirinin ihtimali üzerinde durmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.
Arap şairlerin yanı sıra, Fars asıllı olup Arapça şiir söyleyen şairler arasında şehir, ülke, yöre ve halklarını, kabile ve kavimleri hicveden veya öven şiirlerin tarihi çok eskilere dayanıriii. Bu hususlardaki örneklere geçmeden bu tür edebiyatın arkasındaki nedenlere bakmada yarar vardır. Nitekim konuyla ilgili elde edilen şiir örneklerine bakılırsa, bu türün oluşup gelişmesini sağlayan nedenlerin, hem şairin kendi yapısı, kabilesi, çevresi vatanı, tabiata karşı tepkisi ve dünya görüşüyle, hem de toplumun sosyal, siyasal ve dinî yapısıyla ilgili olduğu görülür. Şâhnâme’nin yazarı İranlı büyük şair Firdevsî (Ebu’l-Kâsım ö. 411-16?/1020-25?)’nin de belirttiği gibi, hicvin en temel ve en genel sebebi şairin herhangi bir nedenle incinmesidir:
Şair incinince hiciv söyler; hiciv, kıyamete kadar bâkî kalıriv.
Elimizdeki örneklere göre Arap edebiyatında şehir ve halkının veya başka kabile ve milletleri hicvi arkasındaki nedenlerin en önemlisi şairlerin gittikleri yöre ve halkına uyum sağlamamaları ve özellikle İslâm fetihleri neticesinde Arapların gittiği yörelerde iklim, din, kültür ve gelenekleri tamamen farklı İran ve benzeri yerlere ve halklarına ilk asırlarda alışmamaları, bekledikleri iltifat ve ilgiyi bulmamaları ve hususiyetle ilk devirlerde Araplar arasındaki kabile asabiyeti ve savaşları olduğu ortaya çıkmaktadır. Arap şairler arasındaki yaygın kabile hicvini geçersek (çünkü bu keyfiyet ve kemiyet açısından çok geniş bir konu olup hakkında ciltlerce kitap yazılmıştır. Örnek olarak bk. edebî ansiklopedik eserlerdeki nakâiz, fahr, munâzra, hamâse ve şu‘ûbiye kavramlarına ve özellikle nakâiz konusuyla ilgili bk. eş-Şâ’îb, Ahmed, Târihu'n-nakâ’iz fî'ş-şi'ri'l-'Arabî, Kahire 1953) özellikle sıcak iklime alışık Arapların İran’daki soğuk bölgelere ve halklarına yönelik hicivleri dikkat çekicidir. Ayrıca İslâm’dan önce ve sonra Araplar arasındaki kabile savaşları ve İslâm topraklarında birlikte yaşamak zorunda kalan farklı etnik ve dinlerden olan millet ve kavimlerin arasındaki sosyal, siyasal, din, mezhep, şehir, bölge vs. ihtilafları ve bu hususlardaki taassupları bu tür hicivde önemli rol oynamıştırv.
Emevîlerin kötü idaresi ve ırkçı tutumları nedeniyle Araplarla Farslar başta olmak üzere Arap olmayan Müslüman ırklar arasında ortaya çıkan siyasî, sosyal ve kültürel mücadeleden ibaret şuûbiye hareketinin edebiyata yansımasıyla da bölge ve ırkların hicviyle geniş bir malzemenin oluşup günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Ancak bu konu amacı, niteliği ve muhtevası itibariyle farklı olduğu ve geniş bir alanı kapsadığı için bir iki örneğin verilmesi hariç, bu makalede üzerinde durulmayacaktırvi.
Rivâyete göre İran asıllı Arap şair Beşşâr b. Burd (ö. 167/783-4), bir gün bir Arap eşrafı yanında otururken içeriye bir Arap girer. Bu Arap, Beşşâr'ı görünce huzurda bulunanlara kim olduğunu sorar. “Bir şair” diye cevap verilince bu defa “Arap mı, yoksa mevâlî (köle asıllı) mi? diye sorar. Mevâlî olduğunu söylerler. Bunun üzerine Arap aristokrat, Beşşâr'a yönelerek, “Şiir söylemek, mevâlînin işi midir?” deyince Beşşâr çok sinirlenir. Bir süre sessiz kaldıktan sonra ev sahibinden izin isteyerek, İranlıları öven ve Arapları fena halde hicveden şu şiiri okur:
Ben Tohâristanlı Fars komutanların beni paylaşamayacakları derecede, hem baba ve hem de anne yönünden şerefli kimselerin oğluyum.
İzzetimizden dolayı biz beyaz undan pişirilmiş ekmek yer, altın ve gümüş kaplardan su içeriz...
Esir düştüm ama gam değil, çünkü yüzleri tutsaklık bağını süsleyen nice esir gelip geçmiştir...
Ey çoban annenin ve çoban babanın oğlu, hür insanların çocuklarıyla övünme yarışına giriyorsun? Zarar ve yenilme bakımından bu sana yeter...
Sen, temiz suya susadığın zaman, havuzda köpekle ortaklaşa su içmekteydin.
Sen, kızartılmış pislik böceğinin başını diş ucuyla kırarak yersin. Yemeye alışkın olmadığın için bu beldelerin kekliğine önem vermezsin.
Kirpileri hileyle avlamak için gecenin başında yola çıkmaktasın. Fare avı sana bütün cömertlik ve faziletlerini unutturmaktadırvii.
Şu‘ûbî şairlerden Ebû İshâk el-Mutvikilî (hicrî III./IX. asır) de soyu Farslarla övünürken İran’da bulunan Arap yöneticileri de kendi memleketlerine dönüp koyun gütmelerini ve kertenkele yemelerini tavsiye eder:
Ben Cem’in soyundan gelen şerefli kimselerin oğluyum ve Acem hükümdarlarının mirasına sahibim…
Artık kertenkele yemek ve koyun gütmek için Hicaz’daki topraklarınıza geri dönünviii.
Öte taraftan Fars unsuru, âdetleri ve geleneklerinin Arap siyaseti, toplumu ve kültüründe etkin olması sebebiyle milliyetçilik duygusunu taşıyan el-Mutenebbî (ö. 345/965) gibi Arap şairler de bu durumu eleştirerek Farsları küçük düşürmeye çalıştılar. Nitekim el-Mutenebbî şöyle der:
İnsanlar krallarıyla berberdirler, kralları Acem olan Araplar iflah olmaz.
Onlarda ne edep ne de şeref var, üstelik ne sözlerine güvenilir ne de vicdanlarınaix.
Arap edebiyatında şehir ve halkının hicviyle ilgili ilk şiirin hangisi ve kime ait olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber günümüze kadar gelmiş olduğu tespit edilen ilk örnekler verilmeye çalışılacaktır. Bazı araştırmalara (M. Faruk Toprak’ın bu hususta yazdığı makaleye) göre, şehir ve halkının hicviyle ilgili ilk şiirlerden biri Hz. Ali’nin döneminde yaşamış en-Necâşî el-Hârisî adıyla tanınan Kays b. ‘Amr (takriben ö. 40/660) tarafından söylenmiş olup Kûfe ve halkını hedef almaktadır. Çünkü şair Ramazan’da yemek yediği için Hz. Ali tarafından değnek cezasına çarptırılıp halka teşhir edilmişti.
Allah bir kavmi bereketli bulutlarla sulayacaksa, sakın Kûfe halkına yağmur yağdırmasın!
O Kûfeliler ki temizlenmiş olan eşlerini bırakıp Dicle’nin iki yakasında sığırlarla çiftleşirler.
Gece karanlığı bastırdığında hırsızlık yapıp sabah olduğunda Kur’ân’dan sûreler okurlar
(Allah’ım) onların arasına öyle düşmanlık ve kin koy ki; birbirlerini boğazlasınlarx.
Yukarıda işaret edildiği gibi, bazı Arap şairler veya Arapça şiir söyleyen İran asıllı şairler de uğradıkları veya ikamet ettikleri Bağdat ve Buhara başta olmak üzere, Hemedan, Vâsıt, Isfahan, Şam Hicaz gibi İran, Irak, Anadolu ve Orta doğunun muhtelif şehirlerini çeşitli nedenlerle hicvetmişlerdir. Hatta Cafer-i Sâdık’a nispet edilen bir söze göre, İran’ın “Rey, Kazvin ve Sâveh şehirleri lânetlenmiş uğursuz şehirlerdir”xi.
Yukarıdaki şiirinde Arapları şiddetle hicvetmiş olan Beşşâr b. Burd, (ki kendisi de dinsizlikle itham edilmişti) hoşlanmadığı Vâsıt’ı da hicvederek kozmopolit yapısına ve halkının bozuk inançlı olmasına dikkat çekmiştir:
Allah’tan, Vâsıt şehrine bin kere, Vâsıt halkına da dokuz bin kere lânet olsun!
Tüm inançsız ve bozuk insanların yuvalandığı yer olan Vâsıt’tan iyilik umulur mu hiç?
Oradan buradan toplama Nabatî, Hûrî ve inançsız insanlardır oranın halkı.
Allah’ın sevabına nail olmak için, sabredip sebat gösteren âbid gibi onların kötü sözlerine sabretmeyi umarımxii.
Beşşâr’dan bir buçuk asır sonra gelen gramerci Ali b. Talha (ö. 424/1033) da bir süre ikamet ettiği halde ilmine gerekli saygıyı ve ilgiyi görmediği Vâsıt şehrini ve halkını hicvetmiştirxiii. Bu şehir ve halkı başkaları tarafından da hicvedilmiştirxiv.
Siyasî ve ilmî bir kent olan Bağdat çeşitli sebeplerle birçok şair tarafından hicvedilmiştir. Hatta Mu‘cemu’l-buldân’ın yazarı Yâkût el-Hamavî bu şehri anlatırken onun hicviyle ilgili bir alt başlık (Fî zemmi Beğdâd adıyla) açmış ve verdiği şiir ve nesir örneklerinde şehir, bir fesat yuvası, halkı kötü ve bozguncu, zenginler için hoş; özellikle yoksullar ve dindarlar için ise, zulmün, fesâdın ve kötülüklerin yuvası olması sebebiyle “Zındık evinde Kur’ân gibi” sıkıcı ve yaşanmaz bir yer, havası kötü, suları sıcak, sineklerle dolu ve daha birçok olumsuz sıfatla nitelendirilmiştirxv. Nitekim ünlü hiciv şairi İbnu’r-Rûmî (ö. 283/896) Bağdat’ta umduğunu bulmayınca şehri şöyle hicvetmiştir:
Felek Bağdat’ta derdimi arttırdı, Yolcu dediğin ya bir şeyler elde eder ya da (elde edemeyip) bedbaht kalır.
İhtiyar kadının kucakladığı iktidarsız erkek gibi orada ikamet etmek zorunda kaldımxvi.
Ayrıca ünlü Arap şairlerden Di‘bil el-Huzâ‘î (ö. 246/860) halife el-Mu‘asım’a kızdığı için Bağdat’ı ve onun kurduğu Surre Men Ra‘a (“göreni sevindirir” anlamına, Samarra şehri)’yı; onun çağdaşı Ebû Temmâm (ö. yaklaşık 231-6/845-51) iç karışıklıklar neticesinde tahribata uğradığı için aynı şehri hicvetmişlerdirxvii. Önceki makalede işaret edildiği gibi Fars şairlerinden Hâkânî ve Câmî gibi ünlüler de asırlar sonra benzer sebeplerle Bağdat’ı hicvettilerxviii.
Mu‘cemu’l-buldân’da kaydedildiğine göre, Sâlih bir kişinin yanında Bağdat’tan söz edilince şu şiiri okumuştu:
İnsanlardan dine bağlanıp zâhitlere katılmak isteyene de ki:
Gidip mağarada tevazu içinde yaşasın; çünkü Bağdat âbiterin yeri değildir.
Şüphesiz Bağdat padişahların yeridir; ve avcı hafızların (yeridir)xix.
Bir başka meşhur şiir:
Bağdat mal sahibi için hoştur; fakir için ise sıkıntı ve zorluk yurdudur.
Aralarından zayi olup gittim; sanki zındığın evindeki Kur’ân gibiyimxx.
Yukarıda adı geçen yazar el-Hamavî Basra’yı anlatırken de bu şehrin hicviyle ilgili bir alt başlık (Mâ câ‘e fî zemmi’l-Basra) açmış ve şehrin hicviyle ilgili ilk örnekleri Hz. Ali’ye nisbet edilen muhtemelen uydurma hutbelerden ve onun aracılığıyla Hz. Peygamber’e âit gösterilen uydurma sözlerden zikretmiştirxxi. Söz konusu iki şahsiyete atfedilen bazı sözlere göre Basra, halkı azapla yok edilen Semûd kavminden arta kalan ve hayvanlara uyan korkak ve nifak ehli insanlardır. Toprağı en şerli ve en erken harap olacak bir yerdir. Ünlü entelektüel Arap edibi el-Câhiz (ö. 255/868) de, havasının çok sık değişken olmasını Basra için bir kusur olarak saymıştırxxii.
Aynı şekilde bazı kaynaklarda, Afrika’nin muhtelif bölgelerinde yerleşik olan Berberilerin hicviyle ilgili asılsız bazı sözler Hz. Peygamber’e nisbet edilmiş ve kendileriyle ilgili son derece ağır ve utanç verici nitelemeler yer almıştır. Onlarla ilgili zarif, nükteli ve bir o kadar da dikkat çekici iki beyit:
Rüyamda Adem’i görünce kendisine dedim:
Ey dünyalıların babası! İnsanlar hükmettiler ki:
“Muhakkak Berberiler de senin soyundandır.” “Ben mi? Dedi.
Onların sandığı doğruysa, Havva benden boş olsun!”xxiii.
Örneğin halkı defalarca zamanın iktidarına isyan ettiği için Tunus ve özellikle orada bulunan Terşiş şehri ve Habeş olan halkı, şöyle hicvedilmiştir:
İntikamcı siyah Habeşîlerden dolayı,Terşiş ve halkına veyl olsunxxiv.
Aynı şekilde Yemen’deki el-Cened şehri ve halkı irtidad etmesi ve İran’ın Rey şehri ve halkı da mezhep farklılığı nedeniyle hicvedilmiştirxxv. Daha önce de işaret edildiği gibi, Sâveh, Kazvin ve Rey şehirlerini lânete uğramış uğursuz yerler olarak addedenler olmuş ve özellikle Rey halkı cimri ve Hakk’ı kabul etmeyen bir halk olarak belirlenmiştir. Kaynakların da işaret ettiği gibi ilk başlarda söz konusu yöreye önce Şiîler hakim olmuş ardından Şâfiîlerle Hanefîlerin ittifakıyla sürdürülen mücadele neticesinde kendini gizleyenler hariç Şiîler tamamen bertaraf edilmiş ve en sonunda da Şâfiîler Hanefîleri de tamamen etkisiz hale getirdikten sonra orada hakim hale geldilerxxvi. Nitekim İsmail eş-Şâşî (ö. ?) adlı şair Rey halkı hakkında şöyle der:
Ahad olan (Allah)’ın öfkesinden sakın; hiç birine aldırma.
Rey’de, Ahad olan (Allah)’ın ismine alışacak bir kişi dahi yokturxxvii.
Birçok şair tarafından hicvedilen şehirlerden biri de, İran’ın Hemedan kentidir. Yakût el-Hamavî’nin ifadesine göre, “Hemedan’ı görenlerin de şahit olduğu gibi, en güzel, en temiz, en hoş ve en refahlı bir yer… olmasına rağmen, şehrin kış şartlarının çok ağır olması…” onun için büyük bir kusur sayılmış ve bu ağır iklimin yöre halkının kaba ve sert bir yapı kazanmasını sağladığına inanılmıştır. Mu‘cemu’l-buldân’da, bu şehri yererek hicviyle ilgili yöre şairlerinden şiirler zikreden Iraklı Abdulkâhir b. Hazma el-Vâsıtî Irakî adında bir şahısla, mezkur şehri överek erdemlerini anlatan el-Huseyn b. Ebî Sarh adında Hemedanlı bir şahıs arasında gerçekleşen çok ateşli ve uzun bir tartışmaya yer verilmiştir. Fakat neredeyse bütün problem Hemedan’ın çok soğuk bir iklime sahip olması ve orada aşırı şekilde kar yağmış olmasıdır. Aynı tartışmada öteden beri Erzurum (Kalîkalâ/Kilikya)’nın da dünyanın en soğuk üç yöreden sayılması dikkat çekicidir. Öteki iki yer ise Hemedan ile Harizm olarak belirtilmiştirxxviii. Bu tartışmaya göre Hemedanlı edipler bile kendi memleketlerini hicvetmekten çekinmemişlerdir. Adı geçen eserde yer alan şiirlerde genellikle şehrin ikliminin sertliği ve halkının yoksulluğu dile getirilerek hicvedilmiştir:
Hemedan’da ateşin harareti soğuğa dönüşür. Soğuk Hemedan’da hastalık veren bir illettir.
Fakirlik Hemedan dışında bir yerde gizlenebilir, ama Hemedan’da gizlenemez.
Kisra tepenizi gördüğü zaman demişti k: Hemedan mı? Asla! Dönüp gidin, burası cehennemdirxxix.
Ünlü makâme yazarı Bedî‘uzzamân-i Hemedânî (358-398/ 969-1008), Vehb b. Şâzân el-Hemedânî (ö. ?) ve vezir Ebu’l-‘Alâ Muhammed b. Ali el-Hemedânî (ö. ?) kendi memleketleri Hemedan’ı ve Horasan’ı hicvederek şehrin yaşanılmaz bir yer, halkının işe yaramaz, çirkin ve akılları kıt olduğuna dikkat çekmişlerdirxxx.
Aynı şekilde yazın aşırı sıcak ve kışın soğuk olması sebebiyle İran’ın Curcan şehri de hicvedilmekten kurtulmamıştırxxxi.
Ebû’l-Hasan-i Ağâçî (IV/X. asrın ikinci yarısı), önce Farsça ve daha sonra Arapça kıtalarla Belh’ixxxii; Arap şair ve bilge Ebû’l-‘Alâ’ el-Ma‘arrî (363/973-439/1047) birçok ülke ve şehri, özellikle de Hicaz, Tihame, Yemen ve Medine’yixxxiii; Ebu’t-Tayyib el-Mutenebbî Diyarbakır (Amid)’ı (orada ikameti sırasında şahit olduğu yağmur ve sel nedeniyle) hicvetmiştir. Nûşîrevân el-Bağdâdî (Irak’ın Kör Şeytanı lakabıyla bilinir) Irak’ın Erbil şehrini ve halkını hem hicveder, hem de bu hicvinden dolayı üzür dileyerek överxxxiv; İbn ‘Anîn Dımaşkî (549-630/1154-1232) Şam’ın ileri gelenlerini ve Buhara’yı hicvetmişlerdirxxxv.
el-Mutenebbî’nin Diyarbakır’la ilgili şiiri:
Ey Amid, sen hiç gündüzü yaşadın mı (sürekli bulutlarla ve karanlıkla kaplısın); toprağın kuruyup tozuttu mu? (sürekli sellere gömülüsün).
Senin toprakların hep suyla dolacaksa, boğulanlar nereye gömülecek?
Güneş bize öfkelendi (bulutların arkasında kalıp gözükmedi) ve başlarımızın üstünde denizler dalgalandı.
Seller, hacılardan ayrılan deve sürüsü gibi böğürürken çadırlarımız da şeytan taşlama yeri gibiydi.
Ne Allah Diyar-ı Bekr’e hayat versin ne de tarlalarını yağmur sulasın!
Öyle bir yer ki orası ne hayvan otlatan gelişip ne de zengin halkına yararlı olur.
Savaş günlerinde korunmak için zırh giyilir. Bu memleketten korunmak içinse sadece kaçmak vardırxxxvi.
Bedi‘u’z-zamân-i Hemedânî’nin memleketi Hemedan hakkındaki şiiri içerik olarak Fars edebiyatındaki şehrâşûblara son derece benzemektedir.
Memleketim Hemedan faziletle andığım bir şehirdir; fakat (o) şehirlerin en kötüsüdür.
Gençleri çirkinlikte yaşlıları gibi, yaşlıları da akıl bakımından çocukları gibidirlerxxxvii.
Aynı şiir az farkla Hemedanlı vezir Ebu’l-‘Alâ Muhammed b. Ali el-Hemedânî’ye de nisbet edilmiştirxxxviii.
el-Me‘arrî’nin hicvinden bazı beyitlerin çevrisi şöyledir:
Bütün şehirler kötüdür, durulacak gibi değildir; Veyl (cehennem)’de ve yağmurda kalsan da.
Şüphesiz Hicaz hayırlardan kesilmiş, Tahâme ise, suçlanma yeri (ocağı)’dır.
Şam uğursuz, Yemen ise mübarek değildir. Yesrîb (Medine) de şu an aklı (kavrayışı) yermektedirxxxix.
Şehir ya da meslek hicvi hakkında yazılan Arapça şiirler sadece bunlardan ibaret değildir. Örneğin Tuğrâî (Ebû İsmâ‘îl Huseyn bin ‘Alî 455/1063-5131120) adlı şair Bağdat ve Irak’ıxl; Sıbt İbnu’t-Te‘âvizî (ö. 583/1187) Bağdat’ı iklim ve coğrafi açıdan yanı sıra halkını da hicvetmiş ve bilginlerin susturulmasını da yermiştir; dilci şair ‘Usâme b. Said el-Kurâşî (ö. 685/1286) ikameti esnasında kendisine cimri davranan Mısırlıları hicvetmiştirxli.
Sıkça hicvedilen İran şehirlerinden biri de Buhara’dır. “Yâkût el- Hamevî’nin ifadesine göre, bu şehirde doğru dürüst bir kanalizasyon sistemi bulunmamaktaydı ve sokaklar pis kokudan geçilmiyordu”xlii. Şehri hicveden şiir örneklerinden ek olarak orada ahlâksızlık ve fuhuşun yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Ebu’t-Tayyib Tâhir b. Muhammed et-Tâhirî(ö. ?); aynı kentten olan Mahmud b. Davud el-Buhârî(ö. ?)xliii; ve Baharz’dan Buhara’ya katip olarak gitmiş olan Ebû Mansûr el-Kâtib de şehrin bu durumuna dikkat çekerek hicvetmişlerdirxliv. Nitekim Mahmud b. Davud el-Buhârî, şehrin kötü kokusunu luğaz üslubunda ifade etmiştir:
باء بخاری، فعلمن، زائده والالف الوسطی بلا فائده
Bil ki Buhârâ’daki bâ harfi fazladandır; ortasındaki elif harfi de anlamsızdırxlv.
Ebû Mansûr el-Kâtib ise, hem şehrin kirliliğine hem de oradaki fuhuş evlerinin varlığına dikkat çekmiştir:
Buhara’ya indim, eğer ikamet edenleri olmasaydı, burayı bataklık olarak isimlendirmek daha iyi olurdu.
Orada yıkanma (için su) kanalları çoktur ve en büyük musibet ise fuhuş evleridir.
Bir ülke olarak , mukaddes kılınmasın, zira orası çöplük, daracık ve ıssız bir yerdirxlvi.
Arap edebiyatında daha çok hicivci olarak tanınan İbnu’l-Hebâriyye (Muhammed b. Muhammed ö. 509/1115)xlvii ise, bir kasidesinde İran’ın Kâşân, Kum, Sâve ve benzeri birkaç şehrini bir şiirde hicvederek adeta onlara beddua okumuştur:
Allah Kâşân’ı bir ülke diye mübarek kılmasın, kınama ve belalar üzerine yolları parladı (aşındı).
Ateşsiz olan Kum kenti de susuz kalsın, yıldırımları orada olanları yakmakta.
Sâve şehri ise, ne çağrısından ümit beklenen ve ne de şerlerinden korkulan bir kişinin bulunmadığı bir yerdirxlviii.
İran’ın ünlü şehri Isfahan da Arap şairlerin hicvinden nasibini almıştır. Mu‘cemu’l-Buldân’daki bir anekdota göre, adamın biri Hasan-i Basrî’nin yanına girince kendisine “Nerelisin sen?” diye sorunca “Isfahanlıyım.” der. Hasan-i Basrî, “Yahudi, Mecusi ve faiz ehlinden kaçmak gerekir.” der. Aynı eserde bu şehrin hicviyle ilgili yer alan kayıt ve şiirlerden Yahudilerin yoğun olarak ikamet ettiği bu yerleşim merkezinde ahlâksızlık ve zinanın yaygın olduğu ve havasının özelliği nedeniyle halkı cimri ve ticaret ahlâkının kötü vaziyette olduğu belirtilir. Şehrin hicviyle ilgili şiirlerden biri şöyledir:
Ben Ceyy ehlinin şehrinden değilim; Yahudi kavmi köyünden de değilim.
Ben onların erkeklerinden razı değilim; kadınlarını da bir daha isteyen değilimxlix.
Batı medeniyetinin İslâm ülkeleri arasında yayılmasıyla çağdaş Arap şairleri de kendi ülke ve şehirlerini hicvetmeye devam ettilerl.
İranlı şair Ebu’l-Hasan Ağâçî (IV/X. asır) de Belh şehrinin hicvi hakkında luğaz üslubuyla Farsça iki beyit yazarak daha sonra Arapça’ya çevirmiştir. Bu beyitlerin Türkçe tercümesi şöyledir:
Kendisine ad olarak ‘buhl’ harflerinden oluşan şehir Belh’tir.
Belh şehrinde yaşamak, ismindeki ‘b’nin ‘t’ye çevrilmesiyle ‘telh’; (ismi gibi acı) zor olurli.
Sicistan, Semerkant ve daha birçok şehir ve yörenin muhtelif şairler tarafından hicvedilmekten kurtulmadığını belirtmek gerekirlii.
Bütün bu örnekleri geçersek Arap edebiyatında meslekler hakkında yazılan, yani şehrâşûbun muhtevasına tamamen uygun olan (açıkçası sembolik de olsa, şair ile meslek sahibi arasındaki aşkı anlatan) ilk Arapça şiirlerin İranlı şair Ebû Ali Hasan bin Ebî’t-Tayyib Bâharzî (hicrî IV. asırda yaşamış ve Dumyet’l-Kasr’ın yazarı Ebû’l-Kâsım Alî’nin babasıdır)’ye ait olması ve bu edibin, dört meslek (doktor, zahit, yıldızcı, ve falcı) sahibini bir Farsça kıtada hicveden şair Ebû Tâhir Tayyib b. Muhammed Husrevânî (ö. 342/953) ile çağdaş olmasıliii oldukça dikkat çekicidir. Acaba bu muhtevada şiir yazmanın kendi dilleri Farsça yerine şiirlerini Arapça yazan İranlı ediplerin bir ürünü müydü?
Şairin bu tür şiirleri, farklı vezinlerdeki bazı kıtalardan oluşmaktaliv ve hem şekil hem de içerik olarak Fars edebiyatında ilk düzenli şehrâşûb yazarı Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân (ö. 515/1121)’ın söz konusu şiirlerinden ve muhteva olarak başarılı şehrâşûb şairleri olarak kabul edilen Mehsiti-yi Gence’î (VI/XII.), Lisâni-yi Şîrâzî (ö. 941/1534) ve benzerlerinin bu türdeki şiirlerinden farklı olmadığı görülür.
Elde mevcut şairin üç kıtasından biri sûfî çırağı, diğeri terzi çırağı, üçüncüsü ise berber veya hamamcı çırağı hakkındadır.
Şair sûfî çırak (toy çocuk sûfî) hakkında şöyle der:
و شادن يدعی التصوف قد اوزثت الحور خيرة صفته
اصفی له مهجتی تصوفه و رقت توبتی مرقعته
Ceylan yavrusu gibi nice toy çocuk sûfîliğe kalkıştı; huriler bile oların olağanüstü (güzel) niteliğinden nasiplenmiştir.
Onu sûfîlik hali göz yaşlarımı içime akıttı; onun (yamalı) hırkası beni tövbeye sevk etti.
Şair terzi çırağı hakkında şöyle der:
قولا لخيا طنا خفيا يا اوحد العصرفی الجمال
قدمزق الهجر ثوب صبری فجد بخيط من الوصال
Terzimize gizlice söyleyin bir sözüm var: Ey güzelliğiyle asrın yegânesi olan! Ayrılık, sabır elbisemi yırttı; vuslat dikişiyle (onu) muhkem yap (dik).
Berber çırağı hakkında da şöyle der:
مزين زانه حسن و احسان فما يشاکله فی الشکل انسان
حمامه لجحيم من حرارته لکن متی تأته يخدمک رضوان
Güzellik ve ihsanın kendisini süslediği berber çırağı; şekil (güzellik) bakımından hiçbir insan ona benzemez.
(Tıraşta kullandığı) sıcak suyu onun hararetinden cehennem gibi; fakat ne zaman ona uğrarsan sanki Rıdvân (cennet hizmetçisi) sana hizmet ederlv.

Konular